Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Anadilinden sürgün bir yazar olmak

Anadilinden sürgün bir yazar olmak Yıllar önce eşimle birlikte bir hafta sonu Los Angeles’taki Venice plajında ikindi yürüyüşü yaparken iskelede altmışlı yaşlarda balık tutan bir adam dikkatimizi çekmişti. Sıra dışı bir şekilde oltasını okyanusa her gönderişinde misinasının ucundaki üç kancanın ikisine takılan büyük okyanus balıklarını kovasına atıyordu. Bizi duyacağı mesafede hem adamı izliyor hem de Türkçe olarak ne kadar şanslı ve becerikli olduğunu konuşuyorduk. Adam bir anda gülerek bize döndü ve Türkçe olarak “Yav gençler –o zamanlar bu sıfatı hak edecek ölçüde gençtim- amma da konuştunuz ha, bu kadar heves ettiyseniz oltayı vereyim size, biraz da siz tutun” deyince, hem şaşırdık, hem sevindik hem de mahcup olduk. Şaşırdık ve sevindik, çünkü Allah’ın Los Angeles’ında ve hiç beklediğimiz bir anda Türkçe konuşan birisine rastlamıştık. Her ne kadar kötü bir şey söylemediysek de mahcup olduk, çünkü adamın yanında kendisi hakkında konuşmuştuk. Meğerse adının Mihran olduğunu öğrendiğim...

Sadece Mahpusların Bildikleridir

 Sadece Mahpusların Bildikleridir Yaşamda bazı bilgiler vardır ki, o bilgiye ve o bilgeliğe sadece mahpuslar ulaşır. Buram buram tropikal kahve ve nargile kokan kafelerin buğulu camlarının arkasında biz dışarıdakilerin konuştuklarına bakmayın siz; “Artık ülke koskocaman bir cezaevine döndü, bizim de içeridekilerden çok bir farkımız kalmadı. Onlar dört duvar arasında mahpussa, kısıtlanmışsa, biz de ülke sınırları ile çevrili kocaman bir zindanda mahkûmuz. Hatta durumumuz onlarınkinden de kötü, çünkü onların mahpusluğunun bir adı var, bizim o da yok,” denilmesinin hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü istediği zaman kapıyı açıp dışarı çıkabilenin, içinde karısı ve çocukları uyuyan bir eve anahtarıyla girebilenin, başını kaldırınca ufuk çizgisini görebilenin, ufuk çizgisine doğru önüne hiçbir engel çıkmadan yürüyebilenin, lüfer yiyebilenin hapishanenin ne olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktur. Mesela dışarıdaki bilmez de içerideki, hayatı gökyüzüne bakarak tanımayı bilir. Karanlık bir ...

Ne olacak bu öykücülerin hali?

Ne olacak bu öykücülerin hali? Geçtiğimiz haftalarda edebiyat dünyamız, bir öykücümüzün bazı öykülerinin başka bir öykücü tarafından intihal edildiği suçlamasıyla çalkalandı. O konu benim nazarımda, intihalin söz konusu olmadığı, sadece ortak konuların işlenmesinin intihal suçlamasında bulunan yazar tarafından intihal gibi değerlendirildiği sonucuna ulaşarak kapandı. Suçlanan yazar söz konusu öykülerin bir kısmının, suçlayan yazarın öykülerinden önce yazıldığını ve yayımlandığını ispat ederek konuyu neticelendirdi. Ama bugün bu konu üzerinde değil, bu konuyla ilişkili başla bir konu üzerinde duracağım. Geçen haftaki intihal tartışması başka bir tartışmayı alevlendirdi. Kimilerine göre bu tartışma kaçınılmazdı, çünkü artık öyküler tek tipleşmişti, aynı konular yazılıyordu. Bu konudaki en kapsamlı yazıyı Edebiyat Haber sitesinde Metin Celal yazdı. “Bütün öyküler birbirine benzemiyor mu?” başlıklı yazısında özetle, “Bu tek tipleşmenin günümüz öykücülüğünün çıkmazı olduğunu, öykü yazarları...

Eski Zaman Türküsü” Hakkında

  Eski Zaman Türküsü” Hakkında Marcus Aurelius “Kendime Düşünceler” kitabında, “Övgü övülen şeyi ne daha iyi kılar, ne de daha kötü. Çünkü güzel olan şeyin başka bir şeye ihtiyacı yoktur, iyilik gibi, tevazu gibi, gerçek gibi,” der. Cabir Özyıldız’ın Vacilando Kitap’tan kısa bir süre önce çıkan ilk öykü kitabı “Eski Zaman Türküsü” hakkında yazdığım bu yazı bir övgü yazısı değildir, çünkü kitabın övgüye ihtiyacı yok. Bu yazıyı öykü yazan bir okurun okuduğu bir kitaptan aldığı hazzı ve mutluluğu başkalarıyla da paylaşma heyecanı olarak değerlendirmenizi özellikle istirham ederim. Bu yazı aynı zamanda bir kitap tanıtımı ya da kitap inceleme yazısı da değildir doğrusu. Eleştirmen olmadığım için kendimi bu konuda yetkin de hissetmiyorum zaten.   Cabir Özyıldız’ın ve yayınevinin değişik ortamlarda yaptıkları açıklamalardan öğrendiğimize göre, yayınevinin talebi üzerine Cabir Özyıldız daha önce farklı mecralarda yayımlanan ve tematik ortaklığı olan öykülerden bir kısmını bir dos...

Tutkuya ve Tutsaklığa Öyküler

Tutkuya ve Tutsaklığa Öyküler Her kitap bir yolculuktur ve okur, kitabın kapağını açtığı an hazırdır sayfalar arasındaki yolculuğa. Kapakla başlayan selamlaşmanın ardından daha ilk cümlelerde arar, sabırsızca yolculuğun ipuçlarını. Okuma isteğini kamçılayan kelime oyunları ve zihnini gıdıklayan metaforlar karşısına çıkmaya başladıkça hızlanır. Dışardan bakanların bile fark edebileceği sahne geçişleri yaşanır yüzünde. Her yeni sayfa bir sonrakini çağırır heyecanla, ayrı tatlar bırakarak damağında. Gözler, ellerden önce sayfa çevirme telaşına kapılır. Okuma tutkunları için her iyi kitap böyledir, üç aşağı beş yukarı. Sizin de tanışmanızı istediğim bu kitap, Tutsaklığın Üç Hali, diğerlerinde olmayan bir “Tuhaf Hikâye” ile karşıladı beni. Bir okuma serüveni olacağını düşünürken yazmaya dair öyle çarpıcı bir öyküyle başlıyor ki okumayı bırakıp yazası geliyor insanın. “Yazdıkça tüm sıkıntısı kayboluyordu.” [1]diyerek hem imrendiriyor yazdığına, hem de cesaretlendiriyor yazmaya. Bir sonraki ö...

Ahmet Karadağ’dan “Tutsaklığın Üç Hali”

  Ahmet Karadağ’dan “Tutsaklığın Üç Hali” | Mehmet Akif Çeçen Ahmet Karadağ’ın yıllardır çeşitli edebiyat-sanat dergilerinde okuduğumuz öykülerinin bir kısmı geçen yıl bu zamanlar kitaplaşarak “Tutsaklığın Üç Hali” adıyla basıldı. Her öykü bağımsız bir metin olarak kendi düzleminde bir evren kabul edilse de belirli temalardaki öyküler bir arada ayrıca bir anlam kazandığı için öykülerin kitap hâline gelmiş olması önemli ve sevindirici. Tutsaklığın Üç Hali, üç bölümden oluşuyor, Vay, Ken’t ve Kıssa. Vay’daki ilk öykü olan Dr. Ahmet K.’nın Tuhaf Hikâyesi’nde anlatıcının yazma serüvenine başlama neden’i (why?) anlatılıyor. Aslında bu neden birçok yazarın ortak duygularını ifade eden, Sait Faik’ten yapılan alıntıyla desteklenen “yazmasam deli olacaktım” durumu, içindekileri paylaşma gereksinimi.  Kırkıncı yaş gününde tuhaf bir biçimde yazma isteğiyle uyanan anlatıcıda Ahmet Karadağ’ın hayatından kesitler bulunduğunu kestirmek zor olmuyor. Zaten kendisi de kitabın girişindeki öz geç...

Yirmi dokuz yıldır içeride olan bir şairin mırıldandıklarıdır...

Yirmi dokuz yıldır içeride olan bir şairin mırıldandıklarıdır... Şair İlhan Sami Çomak'a ve nicelerine... Tam yirmi dokuz yıl oldu, bembeyaz duvağını giyerek çiçeğe durmuş bir kiraz ağacı görmeyeli, bir tayı annesinin arkasından sarsak sarsak yürürken izlemeyeli, yeni emmiş bir bebeciğin süt ve umut kokan ağzını koklamayalı, kantin gününde alınmış bir maydanoz demetinin arasına her nasılsa karışmış bir dal gelincik dışında çiçek görmeyeli, bir Haziran ikindisinde altına örtü serilmiş ceviz ağacının gölgesine sere serpe yatıp gökyüzünü, bulutları, turnaları izlemeyeli tam yirmi dokuz yıl oldu. Annemin ya da sevgilimin pişirdiği karnıyarığı mutfaktaki bir ayağı biraz kısa olduğu için altına kâğıt sıkıştırdığımız tahta masamızda, kar beyazı porselen bir tabakta yemeyeli, bir otobüs durağına sığınıp ansızın bastıran kırkikindi yağmurundan tatlı bir telaşla kaçışanları mutlulukla izlemeyeli, su mavisi fayanslarla kaplı, beyaz sabun ve temizlik kokan bir banyoda yıkanmayalı, çıplak ayakl...

Bir yazar (adayı) editörlerden ne bekler?

  Bir yazar (adayı) editörlerden ne bekler?  Yıllar önce genç bir asistanken son sayısında çıkan bir makaleyi eleştirmek, yapılan çok bariz bilimsel bir hatayı düzeltmek amacıyla dünyanın en ünlü tıp dergilerinden biri olan New England Journal of Medicine dergisinin editörüne bir mektup (akademik deyişle Letter to The Editor) yazmıştım. Yüzyıla yakın yayın geçmişi olan ve haftalık yayımlanan, yaklaşık altı yüz bin abonesi olan bu dergi tıp dünyasında Barcelonalı Messi kadar ünlü ve ulaşılmaz bir dergiydi ­–ki halen de öyledir–. Elektronik posta yoluyla gönderdiğim yazıma yaklaşık iki saat sonra bizzat derginin yirmi yıla kadar baş editörlüğünü yapan efsanevi editörü Profesör Jeffrey M. Drazen tarafından bir cevap gönderilmişti. Gönderdiği cevap matbu ve basmakalıp bir cevap değildi. Baş editör gönderdiğim mektup için teşekkür ettikten sonra yazımdaki haklı ve haksız olduğum yerleri vurgulayarak eleştirdiğim yazıda ilgili düzenlemelerin (corrections) yapılacağını ve bir sonraki...

İlk Kitabı Anlatmak: Ahmet Karadağ

İlk Kitabı Anlatmak: Ahmet Karadağ  -   Adnan Gerger  İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Klaros Yayınlarından çıkan “Tutsaklığın Üç Hali” adlı kitabıyla Ahmet Karadağ. Tutsaklığın Üç Hali, ilk kitabınız… İlk kitaplar zordur. Kitabınızı yazarken,  içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar hissettiklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Tutsaklığın Üç Hali benim ilk kitabım ve bir öykü kitabı. İçinde on iki tane öykü barındıran bu kitabın ilk öyküsünü kırk yaşında yazdım. Aslında yazmaya da kırk yaşında başladım. Kitaptaki ilk öykü olan “Dr. Ahmet K’nın Tuhaf Hikâyesi” öyküsünde olduğu gibi kırk yaşında birden yazmaya başladım. Yazdıklarımın niteliği hakkında bir fikrim yoktu. Emekli olduktan sonra yazmaya başlayan ve fotokopiyle çoğalttığı ilk kitabı sadece emekli kahvesindeki arkadaşlarınca beğenilen yaşı geçkin bir hevesli de olabilirdim. Yazdıklarımın değerini öğrenmenin yolu bel...

13. Türkan Saylan Sanat Ödülü

"Tutsaklığın Üç Hali" 13. Türkan Saylan Sanat Ödülünde finale kalan sekiz eserden biri oldu.  https://edebiyatburada.com/13-turkan-saylan-sanat-odulunde-finale-kalan-eserler-aciklandi/ 13. Türkan Saylan Sanat Ödülü’nde finale kalan eserler açıklandı! Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar-Polat Özlüoğlu Kışın Herkes Dürüsttür-Murat Çelik Komşu Duvarı-Vicdan Efe Küçük Kırık Çizgiler-Zerrin Saral Sardunyaların Kışı-Şenay Eroğlu Aksoy Sensiz Bahçelerde Ben Varım-Çiğdem Aldatmaz Tatlı Bir Şey Yok Mu?-Dilek Karaaslan Tutsaklığın Üç Hali-Ahmet Karadağ  

İnsanın ilk hali: Biat etmemek

  İnsanın ilk hali: Biat etmemek Ahmet Karadağ’ın Tutsaklığın Üç Hali öykü kitabı doğru tabirle üzeri sünger ya da yumuşak bir malzemeyle kamufle edilmiş demir yumruğa benziyor, vurdu mu yere seriyor. Sersemletici… Görüyorsun, gardını alıyorsun ama aparkatı nerenden yiyeceğini kestiremediğinden iki büklüm oluyorsun. Daha ilk kitabı olmasına rağmen üslubunu yakalamış bir yazar var karşımızda. Karakterlerini nasıl konuşturacağını bildiği gibi sırlarını açık etmiyor. Okuyucuyu küçük sürprizle neşelendiriyor. Okuyucunun ağız tadını bozmayı da biliyor, okumanın başlı başına bir huzur bozma eylemi olduğunun farkında. “Oturmaya mı geldik?” diye sorarken bunun bir soru olmadığını okuyucunun kucağına bıraktığı darbe tesirli hüznün az sonra kedere evrilişinde daha iyi anlıyoruz. Taşra insanının uzanan eli Ahmet Karadağ’ın Klaros Yayınları’ndan çıkan Tutsaklığın Üç Hali öykü kitabını okurken ilk izlenimim, Ercan Kesal öyküleri çerçevesinde içimizi yakan ama yandığımız yerden de kalkmayı becer...

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler*

  Wetzlar Alman Yüksek Mahkemesinde avukat asistanı olarak görev yapan ve henüz yazarlık serüveninin başında olan genç bir Alman yazar, Charlotte Buff adındaki nişanlı bir kadına umutsuzca âşık olmuştur. Bu umutsuz aşkına karşılık alamaması bir yana, âşık olduğu kadının nişanlısıyla evliliğe giden sürecini acıyla izlemektedir. Aynı günlerde Wetzlar'de bir elçilikte çalışan ve yakın arkadaşı olan Karl Wilhelm Jerusalem intihar etmiş, genç yazarın kucağında ölmüştür. Alman yazar bütün bu olaylar sonunda bir kitap yazar ve kitabında umutsuzca nişanlı bir kıza âşık olan roman kahramanı intihar eder. Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonrasında başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde kitabı okuyan gençler arasında bir intihar salgını başlar. Bu nedenle kitap bazı ülkeler tarafından yasaklanır, kilise genç yazarı gençleri intihara özendiriyor gerekçesiyle bir çeşit aforoz eder. Bu yazar daha sonraki yıllarda Almanya’nın yetiştirdiği en büyük yazarlardan biri olarak tarihe ...

“Kıyamet Emeklisi” Üzerine Dağınık Düşünceler

  “Kıyamet Emeklisi” Üzerine Dağınık Düşünceler I Bazı yazarlar vardır ki, onların talihsizliği yazdıklarından daha çok yaşantılarıyla ya da yaşamdaki kimi tutumlarıyla ön plana çıkmalarıdır. Kısmen magazin bile sayılabilecek şeyleri konuşmaktan sıra bir türlü asıl konuya, yazarın yazın dünyasına gelmez. Örneğin Aslı Erdoğan hakkında –ki kendisi benim en sevdiğim kadın yazarlar listesinin başında gelir– Hasan Öztoprak konusunu konuşmaktan, 90’lı yıllarda İstanbul’da Afrikalı bir grupla yaşadıkları, onlardan birine âşık olduğu için lanetlenmesi konusunu konuşmaktan, ülkemizin CERN’de çalışan ilk kadın bilim insanı olmasını ve şimdilerde büyük bir haksızlık sonucu hapse girip çıkmasını, hastalığını, sürgünlüğünü konuşmaktan sıra bir türlü Kabuk Adam’a, Kırmızı Pelerinli Kent’e, Taş Bina ve Diğerleri’ne gelememiştir. Bir yazara yapılacak en büyük haksızlıktır bu. Aynı makûs kaderi Şule Gürbüz’ün de –ki kendisi benim en sevdiğim kadın yazarlar listesinin ikinci sırasındadır– yaşadığını...