Ana içeriğe atla

İlk Kitabı Anlatmak: Ahmet Karadağ


İlk Kitabı Anlatmak: Ahmet Karadağ  -   Adnan Gerger 

İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Klaros Yayınlarından çıkan “Tutsaklığın Üç Hali” adlı kitabıyla Ahmet Karadağ.

Tutsaklığın Üç Hali, ilk kitabınız… İlk kitaplar zordur. Kitabınızı yazarken,  içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar hissettiklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Tutsaklığın Üç Hali benim ilk kitabım ve bir öykü kitabı. İçinde on iki tane öykü barındıran bu kitabın ilk öyküsünü kırk yaşında yazdım. Aslında yazmaya da kırk yaşında başladım. Kitaptaki ilk öykü olan “Dr. Ahmet K’nın Tuhaf Hikâyesi” öyküsünde olduğu gibi kırk yaşında birden yazmaya başladım. Yazdıklarımın niteliği hakkında bir fikrim yoktu. Emekli olduktan sonra yazmaya başlayan ve fotokopiyle çoğalttığı ilk kitabı sadece emekli kahvesindeki arkadaşlarınca beğenilen yaşı geçkin bir hevesli de olabilirdim. Yazdıklarımın değerini öğrenmenin yolu belliydi, edebiyat dünyasının muteber dergilerine gönderip acımasız editörlerden geçer not almaktı bunun yolu. Ben de öyle yaptım. Yazdığım öyküler Kitap-lık, Notos, Varlık gibi dergilerde yayımlandıkça cesaretim geldi. Sonra o öykülerden bazılarını seçip bir dosya oluşturdum. Bu arada ülkedeki siyasi fırtınalar beni de bir süreliğine cezaeviyle tanıştırdı. Kitaba da adını veren “Tutsaklığın Üç Hali” öyküsü cezaevinde yazdığım bir öykü oldu. Öncelikle en bilinen birkaç yayınevine dosyayı gönderdim. Olumlu cevap alamadım. Bilinmeyen ve yaşı itibariyle heyecan vermeyen bir yazarın kitabını basmaya pek hevesli değillerdi. Ardından dosyamı ilk kitap yayımlama cesaretiyle ön planda olan Klaros Yayınlarına gönderdim. Yayın Yönetmeni Lokman Kurucu tarafından kitabım yayımlanmaya uygun bulundu ve kısa bir süre içinde kitap olarak okuyucuyla buluştu.    


Kitabınızın içeriğinden bahsedin… Tutsaklığın Üç Hali’ndeki metinler okura neyi nasıl anlatıyor?

Tutsaklığın Üç Hali üç bölümden ve on iki öyküden oluşuyor. İlk bölüm daha çok poetikamı anlatan öykülerden oluşuyor. Adı “Vay’ olan bu ilk bölümde iki öykü var ve hem niçin (Why?) yazdığıma, hem de “Vay ki” yazıyor olduğuma dair öyküler var. İkinci bölümün adı Ken’t ve bu bölüm de altı öyküden oluşuyor. Bu bölümdeki öyküler modern kent hayatının olumsuzluklarıyla ilgili öyküler. Ken’t kelimesiyle İngilizce’deki “Can’t” kelimesine bir gönderme yaparak kent hayatının olumsuzluklarından, imkânsızlıklarından, yetersizliklerinden bahsetmeye çalıştım. Üçüncü bölüm de Kıssa adını taşımakta “kısa” ve “kıssayı” çağrıştıran dört kısa öyküyü içeriyor. Bir çeşit deneysel öyküler bunlar.

Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ siz de nasıl çağrışım yapıyor? 

Okumakla yazmak arasında çok kuvvetli bir bağın söz konusu olduğunu biliyorum. İnsan ne kadar yetenekli olursa olsun yazmanın tekniklerini bilemeden yazamıyor. Okuyarak insan başkalarının nasıl yazdığını, neler düşündüğünü ve bu düşünceleri nasıl bir esere dönüştürebildiğini öğreniyor. Kastettiğim kitaplar işin teori kitapları değil, bunlardan daha ziyade büyük yazarların, bu işi iyi yaptığı tüm dünya tarafından kabul edilmiş yazarların kitaplarını okumak. Bir insan, örneğin Dostoyevski’yi okuduktan sonra artık okumadan önceki aynı insan değildir.

Ben de yazmaya kırk yaşında başladım. Yedi sekiz yıldır yazıyorum diyebilirim. Yaşamımın ilk kırk yılı neredeyse hiçbir şey yazmadan geçti diyebilirim. Sadece okudum. Bir gün yazacağım nasıl olsa, bu işi öğreneyim diye de okumadım. Keyifle, mutlulukla, yemek içmek gibi tabi bir ihtiyacı karşılar gibi okudum. Sanırım bunlar kırk yıl boyunca benim beynimde farkında olmadan bir yerleri harekete geçirmiş ve kırk yaşından sonra yazma eylemi olarak ortaya çıkmış. Yoğun okumaya halen devam ediyorum. Genelde çok bilinen bir yazar bile olsa benim yeni keşfettiğim bir yazarın dibini bulmayı, yazdığı her şeyi son kırıntısına kadar okumayı seviyorum.   

Sizinle yapılan bir söyleşinizde, “Okumak ve sonra da yazmak bu hayatı bunca acıya rağmen katlanılabilir kıldı benim için,” diyorsunuz? Bu yanıtınızla ilgili olarak soruyorum. Edebiyat sizin için neyi ifade ediyor?

Hayatımın son yedi sekiz yılı oldukça zorlu geçti. Ölümden dönmemin büyük sürpriz olduğu iki büyük kaza, beş yıllık bir cezaevi süreci, çok yakınlarımı kaybetmek gibi ağır travmalar yaşadım. Daha çok okuyarak, kısmen da yazarak bu acılara katlanmaya çalıştım. Özellikle hapisteyken koğuş arkadaşlarım Raskolnikov, Selim Işık, İnce Memet, Jan Valjean sayesinde süreci kolay atlatabildim. Elbette ki şunu söylemek istemiyorum, bütün acılara edebiyat tek ilaçtır demiyorum. Yakinen biliyorum ki, eğer acınız çok tazeyse ve yaranız kanıyorsa ona hiç hiçbir şey fayda etmiyor. Daha çok edebiyatın faydasının kronik sağaltım döneminde olduğunu düşünüyorum, en azından benim için öyle oldu. Bu konuyla ilgili olarak, yaşadığımız 6 Şubat’taki büyük deprem felaketi sonrası edebiyat ne zaman yapılmalıdır tartışmalarına katkı olarak düşüncelerimi bir sitede “Cenazeler Kaldırılmadan Edebiyat Yapılır mı?” başlıklı bir yazıda anlatmıştım. Edebiyatı cenazeleri kaldırdıktan sonra yapmak gerekiyor ve zaten cenazeler ortadayken edebiyat sakil duruyor.  

“ÇOCUKLUK YAŞAMIN EN SANATSAL DÖNEMİDİR.”   

Siz bir doktorsunuz. Uzmanlık alanınız pediatri. Yazarken mesleki olarak edindiğiniz verilerden faydalanıyor musunuz? Bunun etkisini nasıl hissediyorsunuz?

“Tutsaklığın Üç Hali” Flannery O’connor’dan şu alıntıyla başlar: “Zamanında çocuk olan herkesin bir sanat eseri üretmek için potansiyeli vardır.” Çünkü çocukluk yaşamın en sanatsal dönemidir. Çocuklar için yaşamdaki her şey yeni ve heyecan vericidir. Yetişkinler için çok sıradan şeyler, örneğin gökyüzünden bir uçağın geçmesi, cama bir sinek konması, bir uçurtmanın tellere takılması, bacağı sakat bir kedi çocuklar için inanılmaz bir olaydır. Sonra git gide büyüdükçe artık onlara da sıradan gelmeye başlar. Bir çocuk hekimi olarak böyle bir hasta grubuyla ilgilenmek heyecan ve ilham verici oluyor benim için. Bazen hastalarımla olan diyaloglarda öyle şiirsel şeyler oluyor ki, çok keyifleniyorum. Çocuklarla ilgili bir iş yapıyor olmak mutlaka yazdıklarıma da etki ediyordur.  

İlk kitabınızın yayınlanmasından sonra edebiyat hayatınızın neresindeydi, şimdi neresinde? Yeni hazırladığınız dosyalar var mı?

İlk kitabımın yayınlanması elbette beni çok mutlu etti. Daracık bir odada, bir klavyenin başında hissettiklerinize, yazdıklarınıza bir okurun ortak olması ve tam da hissettiğiniz şeyi hissetmesi mutluluk verici bir şey. Ama bir başka gerçek daha var ki, kitabımı sonuçta bin kişi bile okumamıştır. Bu pahalılıkta, insanların şu anda kitaptan çok daha yaşamsal öneme haiz şeyleri alması bu kadar zorlaşmışken, ortalama kırk liralık bir kitabın talep görmemesi çok normal. Elbette herkes gibi ben de okunsun diye yazıyorum ama yeterince okunmamak gerçekten üzmüyor beni. Sanırım bu rahatlık yaşımla ilişkili. Daha genç olsaydım okunmamayı daha fazla umursardım herhalde.  Ben yazmaya devam ediyorum ve edeceğim. Yaşadığımız günler gibi karanlık günlerde yazının değiştirici gücüne inanıyorum çünkü. Yeni bir dosya hazırlığı içindeyim. Olgunlaştı epeyce, umarım yayınlayacak bir yayınevi bulabilirim. 

Bu soruların ve yanıtların ışığında kendinizi nasıl tanıtabilirsiniz?

Ankara’da yaşıyorum, kırk sekiz yaşındayım. İki kız babasıyım. Çalışmamla ilgili ufak yasal pürüzler varsa da fahri olarak çocuk hekimliği yapmaya çalışıyorum. İlk kitabım bir öykü kitabı olsa da, öyküyü gerçekten çok sevsem de kendimi öykücü olarak görmüyorum. Henüz yazar da demiyorum kendime, çünkü yazar olmanın çok zor olduğunu biliyorum. Yazdıklarımı okuyacak birileri olduğu sürece yazmaya devam edeceğim. Hiçbir yerde yayınlanmasa bile kendi blog siteme koyar yine okumak isteyene ulaştırırım diye düşünüyorum. 

Benim gibi yolun başında birisi için sizin gibi değerli bir yazarın konuğu olmak, sorularına muhatap olmak ve sizin aracılığınızla kitabımdan bahsetme şansı bulmak büyük bir mutluluktu. Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.



https://www.edebiyathaber.net/ilk-kitabi-anlatmak-ahmet-karadag-adnan-gerger/

edebiyathaber.net (16 Mayıs 2023)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...