Ana içeriğe atla

Ahmet Karadağ’dan “Tutsaklığın Üç Hali”

 





Ahmet Karadağ’dan “Tutsaklığın Üç Hali” | Mehmet Akif Çeçen

Ahmet Karadağ’ın yıllardır çeşitli edebiyat-sanat dergilerinde okuduğumuz öykülerinin bir kısmı geçen yıl bu zamanlar kitaplaşarak “Tutsaklığın Üç Hali” adıyla basıldı. Her öykü bağımsız bir metin olarak kendi düzleminde bir evren kabul edilse de belirli temalardaki öyküler bir arada ayrıca bir anlam kazandığı için öykülerin kitap hâline gelmiş olması önemli ve sevindirici.

Tutsaklığın Üç Hali, üç bölümden oluşuyor, Vay, Ken’t ve Kıssa. Vay’daki ilk öykü olan Dr. Ahmet K.’nın Tuhaf Hikâyesi’nde anlatıcının yazma serüvenine başlama neden’i (why?) anlatılıyor. Aslında bu neden birçok yazarın ortak duygularını ifade eden, Sait Faik’ten yapılan alıntıyla desteklenen “yazmasam deli olacaktım” durumu, içindekileri paylaşma gereksinimi. 

Kırkıncı yaş gününde tuhaf bir biçimde yazma isteğiyle uyanan anlatıcıda Ahmet Karadağ’ın hayatından kesitler bulunduğunu kestirmek zor olmuyor. Zaten kendisi de kitabın girişindeki öz geçmişinde öyküdeki gibi çocuk doktoru olduğunu, yazmaya kırkından sonra başladığını ifade ediyor. Öykünün konusu doktorluktan yazarlığa “dönüşüm” olunca hâliyle epigraf da Kafka’nın Dönüşüm’ünden oluyor. Kafka’da dönüşümün etkisi ağırlıklı olarak dış kaynaklı, yani başkalarının bakış açısıyla olurken Dr. Ahmet K.da gelişmeleri içsel bir dönüşüm belirliyor.

İkinci öyküde ise bir sirkte fal şekerciliği ve ip cambazı olarak çalışan öykücü anlatılıyor. Adam kendisini “ben gördüğünüz öbür işleri öykücü kalabilmek ve öykülerimi herkese okutabilmek için yapıyorum aslında, asıl işim bu beyefendi” biçiminde ifade ediyor. Bu bölümü okurken acaba yazar da “benim asıl işim yazmak, doktorluğu öykücülüğü sürdürmek için yapıyorum” mu demek istiyor diye düşünmeden edemiyor insan. 

Öykü sayısı olarak kitabın yarısını, hacim olarak yaklaşık üçte ikisini oluşturan ikinci bölüm olan Ken’t, İngilizcedeki can’t sözünün çağrışımıyla şehir hayatının tatsızlığını, zorluğunu, kısacası olumsuzluklarını anlatan öykülerden oluşuyor. 

Son bölüm olan Kıssa ise kıssadan hisse kıvamında, kıs(s)a öykülerden oluşuyor. Kitaba da adını veren Tutsaklığın Üç Hali, Kıssa bölümünün ilk öyküsü. Daha doğrusu üç kısa öyküden oluşan bir öykü. Ahmet Karadağ, kitabının üçüncü bölümü olan Kıssa’da üç adet üçlemeye yer veriyor: Tutsaklığın Üç Hali, Ölüm Gibi Bi’şey Oldu Ama ve O da Seher Diyor Sonuncusuna. İlki içerik, ikincisi biçem, üçüncüsü ise kurgu açısından zevkli bir okuma sunuyor. “Ölüm Gibi Bi’şey Oldu Ama”da “Gibi bi’şey” kıssası fıkra havasında olsa da “Ölüm”ün soğukluğunu azaltma işlevi görüyor.

Öykü bakımından öne çıkan en temel özelliklerden biri hayata dokunmasıdır. Ahmet Karadağ, yaşamın farklı alanlarına, empati yapmamıza olanak sunacak ölçüde odaklanırken öykü tekniğinden, dil ve anlatımdan ödün vermiyor.

Kitap beğenisi konusunda pek çok ölçüt verilebilir. Bunlar arasında şöyle bir sınıflandırmadan söz edebiliriz. Okuduktan sonra bunu ben de yazardım/yazarım dediğimiz, özgün bir yön bulamadıklarımız. Okuma sürecinde zevk almış, beğenmiş de olsak “ben de akıl edebilirdim, yazabilirdim ama bu kadar güzel kurgulayamazdım/ifade edemezdim” dediklerimiz. Bir de özgünlüğüne imrendiğimiz, bunu ben neden düşünemedim, diye hayıflandığımız eserler. Gençler arasındaki moda tabirle “keşke benim olsa(ydı)” dedirten.

“Avemeler”le ilgili başlığı görünce daha öyküyü okumadan “yazdığım bir hikâyeye keşke ben de böyle bir başlık bulabilsem” duygusuna kapıldım. Köy hayatında feleğin çemberinden geçmiş yaşlı bir adamın şehre misafirliğe gelince alışveriş merkezinde palyaçoya dönüştürülmesinin hikâyesini, Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir konseptinde sunmayı ancak sanatçı gözlemciliği, biraz da bilim insanının olayları, durumları kavramsallaştırma yeteneğiyle açıklayabiliriz.

Trenler Bekletilmez’de keman çalan bir genç kızla trenlere tutkulu babasının ayrı gibi duran hikâyeleri anlatılıyor. Bu öyküde bir yazarın gözlemlerini çarpıcı biçimde gösteren kısım, trenlerle metroların karşılaştırılması:

Kimse kimseyi de uğurlamıyor ya metroda. Kimse arkasından ağlamıyor gideninin, yolunu beklemiyor geleninin… 

Meğer trenler beklenir, metrolara yetişilirmiş…

Yan yana oturduğu hâlde kimse diğeriyle tanışmıyor, konuşmuyor metroda … Trenden inerken yolcular birbirine adres verecek kadar yakınlaşırlardı hâlbuki.

Öykülerinde geçmişe, çocukluğa özlemin izlerini de görüyoruz. Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir ve Trenler Bekletilmez başlıklı Ken’t öykülerinde köyle şehir arasında kalmış hayatlara ışık tutuluyor.

İnsanlık hâllerinin türlü durumları var Tutsaklığın Üç Hali’nde. Öykülerde hem mizah ve hüzne, hem duygu ve düşünceye yer verilince kitap tekdüze bir metin olmaktan kurtuluyor.

Dil ve anlatımındaki sağlamlığın yanında zaman zaman yerel söyleyişlere yer vermesi, öte yandan içerikle dil arasındaki uyum, her öyküyü daha zevkle okunabilir kılmış. Kitapta bence en öne çıkan hususlardan biri, kitabın bütünü, ana bölümler ve öykülerin gerek kendi içlerindeki gerekse birbirileriyle olan ilişkilerdeki kurgulanış. Bu konuda bir iç mimar titizliğiyle çalışmış yazar. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen parçalardan anlamlı bir yapboz oluşturmuş.

Öyküler arasındaki bazı ortak ögelerin oluşu kitabın bir bütün olmasına katkı sağlamış. İstanbul ve Ankara pek çok hikâyede yaygın olarak karşılaştığımız mekânlar. Ahmet Karadağ’ın öykülerinde bunların dışında İzmir ve Seydişehir de olayların geçtiği mekânlardan. Bir yazarın öykülerinin belli şehirler, ilçeler hatta kasabalarda geçmesi çoğu zaman belli bir anlam ifade etmez. Ancak Şarkışla tren garıysa ortak mekân, bu dikkat çeker. Bir öyküde gardan yoğun olarak söz edilirken bir diğerinde orada çekilen bir fotoğrafa kısaca değiniliyor. Gardiyan Bekir’le Osman Dede ikişer öyküde yer alan karakterler. Bunların dışında yine iki kavramın (kesilmiş bacak ve kitap çevirisi yapma) ikişer öyküde geçiyor oluşu kitabın, belki de yazarın düşünsel kodları hakkında ipucu verebilecek noktalar.

Ahmet Karadağ röportajlarında her ne kadar kendisini yazar değil yazma heveslisi olarak gördüğünü söylese de bunu alçakgönüllülüğüne vermek daha doğru olur. Özellikle bazı öykülerde yetkin bir öykücülüğün belirgin bir biçimde göründüğü söylenebilir. Bunu yalnızca öykü tekniğiyle değil, zengin bir okuma birikimine sahip olmasıyla da açıklamak mümkün.

Sonuç olarak Tutsaklığın Üç Hali daha ayrıntılı incelemeleri hak ediyor, elbette okunmayı da.


edebiyathaber.net (17 Ağustos 2023)

https://www.edebiyathaber.net/ahmet-karadagdan-tutsakligin-uc-hali-mehmet-akif-cecen/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...