Durmalı bazen. Yavaşlamalı. Kontrol ettiğimiz şeylerin ipleri salınmalı. Nefeslenmeli. Bunsuz olmaz dediğimiz, vazgeçilmez sandığımız şeyler öylece bırakılmalı. Bir ceviz ağacının gölgesine oturup, karşıdaki plazaların camlarından yansıyan ve gözlerimizi kamaştıran güneş ışığına aldırmadan gökyüzündeki kırlangıçların neşeli dansları seyredilmeli. Şiire, her zaman eninde sonunda dönmek zorunda olduğumuz şiirin serinliğine dönülmeli. Bir de bozkırda bir ilçede yapayalnız yaşayan anneye sığınılmalı. Fizik kuralları gereği yüksek hızla giden her şeyin ani durmasıyla oluşan savrulmaya, kırılıp dökülmeye annenin dizlerine yatarak alışılmalı.
Baş döndürücü hızla geçirdiğimiz senede uğramayı unuttuğumuz duraklara, tabanı yosunlu diye girmediğimiz koylara, meyvesi yok diye yüzüne bakmadığımız bahçelere geri dönülmeli. Taziyesinde bulunamadığımız dostların, düğününe gidemediğimiz arkadaşların, bir yıldır uğramadığımız nohut-pilavcının gönlü alınmalı.
Zamanı yavaşlatmak için kısık ateşte kaynayan suya makarna salınmalı mesela. Sosunu hazırlamaya başlamadan Neşat Ertaş açılmalı, o göynüm diye yanık yanık usul usul söylerken, domateslerin, közlenmiş biberlerin kabuğu soyulmalı, ince ince doğranmalı, soğanı doğrarken gözler yaşarırsa oturmalı biraz, Neşet Ertaş söylemeye devam ettiği için ağlamamız durmuyorsa yüz yıkanmalı, salçayı kızgın yağda kızartmalı, önce soğanı, sonra domates ve biberi hemhal etmeli, ardından da makarnayla karıştırmalı, beyaz bir porselen tabağa koyup, artık yemeğe geçildiği için Neşet Ertaş kapatılıp Vivaldi açılmalı. Sene boyunca bir kez bile böyle yemediğimiz bu yavaş yemeğin tadı çıkarılmalı.
Durunca, yavaşlayınca bir de hasar tespiti yapmalı insan. Önce son sürat giderken çarptığımız, omuz attığımız, düşüp alel acele kalktığımız için moraran, kanayan, burkulan, kırılan yerlerimizi, olayın sıcağıyla fark etmeyip de yavaşlayınca derin bir ağrı ya da ince bir sızı olarak duyduğumuz yaralarımızı sarmalı. Sonra bir de bizim çarptıklarımızda, çelme takıp düşürdüklerimizde, birkaç dakika vakjt ayırıp dinlemediklerimizde, teselliye ihtiyacı olup da elimizi omuzuna atmadıklarımızda oluşan yaraları tespit edip merhemlemeli, ovmalı.
Küsurlu saatlerde verilen randevulara yetişmekten, kaçırılmaması gereken uçaklara, trenlere, vapurlara koşturmaktan, ofiste teslim edilmesi gereken miadlı raporları yazmaktan yorulan ve şaşkına dönen gövdeyi dinlendirmeli. Saati atmalı, vakti güneşe göre, aya göre ayarlamalı. Hanımelllerinin kokusunu saldığı saatte sabah yürüyüşüne çıkılmalı, güneşin tepede paslı bir çivi gibi beyni deldiği zamanda öğle uykusuna çekilmeli, ağustos böceklerinin yaygaraya başladığı ikindi vaktinde Edip Cansever okunmalı, ayın dolunayla yarımay arası olduğu gecelerde bir dost aranıp uykusundan uyandırılmalı.
Yavaşlamalı biraz, hatta durmalı. İnternetten, gündemden, sosyal medyadan kopmalı bir süreliğine. Zaten biz takip etsek de, etmesek değiştirmeye gücümüzün yetmediği, neredeyse yirmi küsur yıldır dozunu git gide artıran karanlıkla yoğrulan gündemden, sosyal medyadaki ceviz kabuğunu doldurmayan gerçeklikten uzaklaşıp, doğanın gündemine, göçmen kuşların göçüne, domateslerin kızarmasına, balkonda nasıl daha iyi dut kurutulurun, pazarda nasıl güzel karpuz seçilirin gündemine dönülmeli. Her şeyin hızlandığı bu ahir zamanda, yaşlı bir koca karı gibi durmalı ve yavaşlamalı bir süre. Yoksa sadece gövdemiz değil yüreğimiz de ortadan çat diye ikiye yarılıverir bir gün.
https://www.veveya.net/deneme/o-goynum-diye-yanik-yanik-usul-usul-soylerken-ahmet-karadag
Yorumlar