Lafı fazla uzatmadan söyleyeyim, İlhan Sami Çomak’ı otuz küsur yıllık esaretinin bitmesinin üzerinden daha iki buçuk ay bile geçmeden çıktığına çıkacağına pişman etmeyi başardık. Aramıza hoş geldin İlhan Sami Çomak. Biz severken de de nefret ederken de en uçlarda duranlarız. Sevdiğimizi öyle bir sıkı kucaklarız ki nefes bile alamaz, kemiklerini kırarız, nefret ettiğimizi de taşlayarak öldürürüz. Sevdiğimizi sadece biz severiz, biz döveriz. Bizden başka kimseye dövdürtmeyiz. Biz Karanlıktan Beslenenler Derneğiyiz.
Sevgili İlhan Sami Çomak, itiraf et bu kadarını sen de beklemiyordun. Hayatın o kadar acemisi olarak çıkmıştın ki zindandan, dışarıyı da içerisi gibi zannettin. Halbuki içeride hata bile yapsalar dostların hatırı her şeyin üstündeydi. Hayat içeride o kadar zordu ki, böyle bir hayata ancak şiirle ve dostlara sırtını yaslamakla katlanılabilirdi. Herkesin hata payı vardı içeride, ihanetten başka affedilmeyecek hiçbir kusur olamazdı, olmamıştı da. Mektubu gelmeyen arkadaşlar üzülür diye sevgiliden, anadan, dosttan gelen mektuplar gizlice, mahcubiyetle okunurdu koğuşun bir köşesinde. Tartışılırdı elbet, konuşulurdu, sesler bile yükselirdi bazen ama sonunda havalandırmada plastik taburelere dizilip, ketılda yapılan kahve eşliğinde sigaralar tellendirildi mi sözler de yüz hatlarının gerginlikleri de yumuşacık olurdu.
Bir internet sitesine söylediklerinin buralara geleceğini sen de tahmin edememiştin. Özetle demiştin ki, “Ben tercihen Türkçe konuşmuş biri değilim. Dayak yiye yiye Türkçe öğrendim ama bu benimle de sınırlı değil. Bu bir sistem sorunu. Türkiye’deki politik durumla, muktedirlerin Türkiye’yi yönetme biçimiyle ilgili bir sorun. Bunun da bana böyle bir yansıması oldu. Bu değişebilir mi? Bilemiyorum ama ben sadece bir zorunluluktan hareketle Türkçe yazmıyorum. Ben Türkçe yazmayı seviyorum. Böyle bir durum da var. Türkçe ifade etmek, yazmak, Türkçenin kendisi benim hoşuma gidiyor… bu saatten sonra yazıp çizeceğim şeyler Türkçede belli bir aşamaya geldi, belli bir yetkinliğe vardı. Bundan vazgeçmenin pek mümkün olmayacağını düşünüyorum. Bunu birbirine karşı da konumlandırmıyorum aslında. Türkçe yazmak kötü, Kürtçe yazmak iyi tarzında da ele almıyorum. Ben zevkle Türkçe yazıyorum. Aynı zevki Kürtçeyle yazarken de hissediyorum. Önemli olan biraz daha dengeli bir çalışma oturtabilmek. O da artık ileriki zamana bırakılabilir.”[1] Bundan ibaretti söylediklerin.
O kadar çok tepki geldi ki bu söylediklerine, sen bile bu kadarına inanamadın. Hem Kürtçe hem Türkçe linçlediler seni. Twitter’da yazılanlara bakıyorum da, ne hainliğin, ne satılmışlığın, ne de asimile olmuşluğun kaldı. Seni hapse atan muktedirlerin dilinde yazmaya utanmıyor muydun, düşmanın diliyle şiir mi yazılırdı, devşirilmiş bir sistem aparatı olmayı nasıl sindiriyordun? Hatta kimileri işi daha da abartarak, keşke zindandan çıkmasaydın da o sözleri söylemeseydin dediler.
Ah isterdim ki kendini hiç savunmasaydın. Vursalardı sana, tükürselerdi yüzüne. Tıpkı sana işkence edilirken yaptığın gibi çömelerek rahimdeki bebek pozisyonunu alıp, gelecek darbelere, hakaretlere, küfürlere karşı elini başınla koruyup bu saldırın geçmesini bekleseydin. Çünkü onlar laftan anlamazlar sevgili İlhan Sami Çomak, onlar sadece linç etmeyi, sövmeyi tükürmeyi bilir.
Sen bedelini peşin peşin ödeyerek, bütün gençliğini, umudunu, aşkını vererek, anacığından tam otuz küsur ayrı kalarak hayata karşı borcunu ödedin. Artık bütün diller senin dilindir. Hangi dilde yazarsan yaz, hangi dilde konuşursan konuş o İlhan Sami’nin dilidir, şiirin dilidir.
Hayatında hiç bedel ödemeyenlerin, anasından, karısından, kızından bir gün bile ayrı kalamayanların, zindanı sadece Ahmed Arif şiirlerinden bilenlerin, sana susmaktan ve saygı duymaktan başka söyleyecekleri bir şey yoktur. Kendi yatağından başka yatakta yatmayı yadırgayanların, şiiri işkenceden sonra sürülen bir merhem olarak değil de türkü barlarda rakı mezesi yapanların sana akıl verecek, ahlak ve dava öğretecek bir halleri de yoktur.
Hatırlarsan seni gece tahliye etmişlerdi. Çıktığında cezaevinin önünde şöyle demiştin, “Sevdiklerimin gözlerindeki ışığı daha açık ve güneşli bir günde göreceğimi tahayyül etmiştim ama bu da iyidir, tahliye olabildim. Üretilmiş karanlıktan gerçek karanlığa kavuştum.” “Gerçek karanlık” derken, gerçekten zifiri bir karanlığa, bizim zift gibi karanlığımıza çıktığını henüz bilmiyordun. Karanlığı bir metafor olarak kullanmıştın. İşte kavuştun zindanı bile aratan gerçek karanlığımıza.
Biliyoruz, tıpkı şiirinde söylediğin gibi daha esaretten kurtuluşunun ikinci ayında “Kanatlanmış bir kuşu düğümlediler kalbinde,” sevgili İlhan Sami Çomak. Ama sen çok iyi biliyorsun ki “Hayat genişleyen bir şeydir.” Hayatında hiç acı görmemişlere cevap bile vermeden yoluna, yürüyüşüne, hayatı genişletmeye devam et. Sen hangi dilde yazarsan yaz o dil senin dilindir, biz onu İlhanca olarak okumaya devam edeceğiz. Sen şiir yaz, yürüyüşünü özlediğin taylardan, çiçeğe durmuş baharlardan bahset, biz hangi dilden yazarsan yaz okuyacağız, seveceğiz onları. Kızma bize.
[1] https://www.kovaradilop.net/2025/02/08/sair-ilhan-sami-comak-yonumu-hep-disariya-temizlige-genislige-cevirdim/
https://www.veveya.net/deneme/gercek-karanliga-hos-geldin-ilhan-sami-comak-ahmet-karadag
Yorumlar