Ana içeriğe atla

İshak İlk Kitap Soruşturması: Ahmet Karadağ

 



İshak İlk Kitap Soruşturması: Ahmet Karadağ

Bu söyleşi 16/9/2022 tarihinde İshak Edebiyat sitesinde yayımlanmıştır. 


1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Öykü yazmaya kırk yaşında, yani yedi yıl önce başladım. Yıllardır edebiyatla ilgiliydim ve özellikle son yıllarda daha yoğun olarak öyküye odaklanmıştım. Birdenbire içime bir yazma isteği geldi ve yazmaya başladım. Kitabıma da aldığım öykülerden biri olan “Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir” öyküsü yazdığım ilk öykü oldu. Arkadaşlarıma okuttum, beğendiler ama elbette beğenmiş olmaları öykümün niteliği hakkında yeterli bir veri değildi. Öyküm gönderdiğim dergi tarafından hızlı bir şekilde kabul edilip yayımlayınca daha yüksek bir motivasyonla yazmaya devam ettim.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

Öykü, edebiyatın çok özel bir biçemidir. Hep söylendiği üzere form olarak romandan daha çok şiire yakın bir edebiyat türüdür. Zamansallık bakımından da filmden daha çok fotoğrafa benzeyen bir edebiyat türüdür. Öyküler anların güzel çekilmiş fotoğraflarıdır bir yönüyle. Kısalık ve sadelik kolaylığa değil zorluğa yakındır. Yani öykü, romanın kısa formu, şiirin uzun şekli değildir. Öykü, “Biraz daha uzun yazılsaydı roman olurdu,” denilecek şey de değildir. Mark Twain’in efsaneleşmiş sözüyle öykü tam da, “Vaktim olsaydı daha kısa yazardım,” denilen ve ancak kısa olması için daha çok çabaya ve zamana ihtiyaç duyulan şeydir. Bu yönüyle yazılması zor olan bir edebiyat türüdür.

Ama bütün bunların üstüne özel olarak öyküyü kutsama hatasına da düşülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Edebiyat, Nietzsche’nin belirttiği gibi, “Hayatın acı gerçekliğinden ve dünyanın çilesinden insanı koruyacak yegâne sığınak,” olma işlevini hangi biçemiyle başarmaktaysa, bir sığınak olma işlevini roman, şiir, öykü, deneme, anlatı biçemlerinden hangisiyle yapmaktaysa tam da o haliyle güzeldir. Sanırım asıl güzel şey yazma eyleminin kendisidir.


3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız? Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

İlk öyküm Kitap-lık dergisinde yayımlandı. “Avemeler Şehirlerin Şımarık Konsomatrisleridir” isimli öykümü çok iyi okuyucular olan arkadaşlarımın beğenmesi beni tatmin etmiyordu. Kitap-lık dergisine göndermeyi düşündüm. Kitap-lık dergisini seçmemin temel sebebi acımasız bir dergi olmasıydı. Dergiye yazı gönderme rehberinde, “Gönderdiğiniz öykülere üç gün içerisinde cevap vermezsek yayımlamayacağımız anlamına gelir, boşuna bekleyip durmayın, bizi taciz etmeyin,” şeklinde çok sert ve net bir madde vardı. Bu durum beni açıkçası kışkırttı biraz. Bir çeşit harakiri, altın vuruş yapmak istedim. Öykümü düzenleyip editör Murat Yalçın’ın e-postasına gönderdim. Üç günlük geri sayım başlamıştı. Yaklaşık yarım saat sonra posta kutumda Murat Yalçın’dan gelen bir e-posta vardı. “Bu kadar hızlı reddedildiğine ve ret için bir geri dönüş yapıldığına göre yazdıklarım felaket kötü, eyvah,” diye düşündüm. Ama gelen cevap kısa ve netti; öyküm beğenilmişti, önümüzdeki sayıda yayımlanacaktı. Kitap-lık dergisinin 2016 Temmuz sayısındaki bu ilk öykümü dergiden okumak büyük bir mutluluk oldu elbette.


4- Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Yazdığım öyküleri bir bir dergilere göndermeye başladım. Notos, Kitap-lık, Varlık, Öykü Gazetesi, Lacivert, Edebiyatist, E-Dergi gibi birçok dergide öykülerim yayımlandı. Farklı konularda yazsam da daha çok kent yaşamının olumsuzlukları, yazma eyleminin dinamikleri, tutsaklık, hapishane temalı öykülerimden on iki tanesini seçip bir dosya oluşturdum. Başlangıçta adını kendi ruh halimi yansıtacak bir isim olarak düşünmüştüm ama sonra editoryal süreçte kitabın ruh halini daha iyi yansıtacak olan “Tutsaklığın Üç Hali” olarak değiştirdik, iyi de oldu.

5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Sürecin zorluğunu ön görmekteydim. Zaten normalde de çok zor olan ilk kitap yayımlatma süreci, yayınevlerinin büyük bir ekonomik krizin tam ortasında olduğu bu yıllarda iki kat zorlaşmıştı. Edebiyat tarihi onlarca çok büyük yazarın daha sonra dünya klasiklerine girecek ve milyonlarca nüsha basılacak olan ilk kitaplarını ne kadar zor yayımlattıkları ile ilgili hikâyelerle doludur. Çoğu yayınevinin gerek yoğunluk nedeniyle gerekse de ilk kitapla alınacak mali riski göze alamamaları sebebiyle cevap vermemeyi bırakın, dosyaların çoğunu okumadığını biliyorum. Bütün bunların farkındaydım ve bu nedenle sürece romantik değil gerçekçi yaklaştım. Büyükçe bir yayınevinin editörü telefondan dosyamı reddetme haberini verirken şu veciz ifadeyi kullanmıştı; “Ahmet Bey maalesef, bu ekonomik kriz ortamında eğer Orhan Pamuk değilseniz artık kitap yayımlatmak, hele ki ilk kitabı bastırmak artık imkânsız bir şey,” demişti. Ama beni yıldıramamıştı.


6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Söylediğim gibi hayalperest, alıngan ve kırılgan değildim. Bu tür duygu durumlarını yaşayacak yaşları epeyce bir geride bıraktım. Elbette öncelikle ülkenin en önde gelen birkaç yayınevine dosyamı gönderdim, şansımı denemek istedim. Bir tanesi hariç ret cevabı bile alamadım. Klaros Yayınları’nın ilk kitap yayımlama konusundaki cesaretini, gözü karalığını duymuştum. Dosyamı Klaros’a gönderdikten kısa bir süre sonra öykü kitabım “Tutsaklığın Üç Hali”nin yayımlanmak üzere kabul edildiği söylendi. Klaros Yayınları Genel Yayın Yönetmeni sevgili Lokman Kurucu’nun ilgisi ve desteğiyle süreç çok hızlı bir şekilde gelişti ve kitabım ağustos ayında çıkmış oldu.

7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Cevabım klasik gelecektir belki; inanın ki kendimi yazmaya yeni başlayanlara önerilerde bulunacak konumda görmüyorum. Zaten yazma işinin de tıpkı bir bebeğin yürümeyi, konuşmayı öğrenme süreçlerinde olduğu gibi tavsiyelerle öğrenilebilir bir şey olmadığına inanıyorum. Günü gelince bebeğin dili çözülür ve konuşur, bacaklarına bir güç gelir ve yürür gider. Ancak sadece zaten yürüyen, zaten konuşan bir çocuğa yaptıkları hatalarını düzeltmesi konusunda tavsiyeler verilebilir. O tavsiyeleri de çok iyi yürüyen ve konuşanların vermesi daha uygundur. Henüz yalpalayarak yürüyen, kısa kısa konuşan biri olarak benim yazmaya yeni başlayanlara önerebilecek bir şeyim yok inanın. Öykü yazmaya yeni başlayanlar Hemingway’in, Salinger’in, Çehov’un, Joyce’un önerilerine kulak versinler.

Beni “İshak İlk Kitap Soruşturmasına” davet edip ilk kitabımdan ve yazma süreçlerimden bahsetme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...