Ana içeriğe atla

Hapishane Defterleri


 

Uzun yıllardır esarette olan Selçuk Kozağaçlı yaklaşık bir aydır Silivri Kapalı Cezaevi'nden yazdığı yazıları avukatları aracılığı ile Hapishane Defterleri adını verdiği blog sitesinde (selcukkozagacli.net.tr) adresinden bizimle paylaşıyor.

Bilmiyorum ne kadar fark edildi bu yazılar ve ne kadar okunuyor? Vinyet, Denemeler, Savunma ve İnayet alt başlıklarında yazdığı bu yazılar sadece hukuki açıdan değil edebi açıdan da üst düzey yazılar.

Hapishanede yazı yazmak zordur gerçekten. Yazı yazmak için gereken en temel ihtiyaçlardan bile zaman zaman yoksun olabilir mahpus.

Kalem, defter bulmak bile imkânsız hale gelebilir. En zoru da kitaba ulaşmaktır. Yazınızda bir şiirden bahsedeceksinizdir mesela, aklınızda o şiirin belki yarım yamalak mısraları vardır ama tam hatırlayamıyorsunuzdur. Google’dan bakmak gibi bir şansınız yoktur, değil internet bazen ketıl bile yasaktır koğuşta. İşte o kitaba ulaşmanız ve yazınızı tamamlamanız ayları bulur.

Yazmaktan daha da zoru bu yazıları yazıldığı şekliyle dışarı çıkarabilmektir. Mektupla gönderseniz, hem kısıtlı sayfa sayısında mektup yazma zorunluluğu, hem de yazdığınız her satırın bir gardiyan tarafından titizlikle ve hoyratça okunarak, üstleri çizilerek üzerine “görülmüştür” mührünü basması gibi engelleri aşmanız gerekir. Avukatlarınızla gönderseniz bunlar da okunacaktır ve avukatlarınızın sizi sık sık ziyaret etmesi o kadar da kolay değildir. Velhalısı zordur mahpushanede yazı yazmak ve o yazıları dışarı çıkarabilmek.

Altı yıldır içeride olan Selçuk Kozağaçlı “Hapishane Defterleri bir blog ama tanıdığım herkes blog fikrinin geçen yüzyılda kaldığından emin. Elbette konuştuklarımın neredeyse hepsi benden genç; hapiste değil dışarıdalar; internet haberleri ve sosyal medya uygulamalarının korkunç akış hızına alışkınlar. Oysa hapiste el yazısıyla geçen altı yılın sonundan geriye baktığımda, mesaj aplikasyonları ve sosyal medya ağlarının hızını –sadece kaygı nesnesi halinde- hayal meyal hatırlayabiliyorum. O türden sürat aynı cüzdan, cep telefonu ve anahtar gibi artık yabancı bana” diyerek başlamış blog yazılarına. Felsefeden, siyasete, tarihe, edebiyata ve hukuka birçok alanda edebi değeri çok yüksek yazılar yazması dışında tefrika bir roman da yayınlıyor bu sitede.  

“İnayet” ismini verdiği bu tefrika romanda avukatı olduğu ve tüm detaylarıyla bildiği Soma maden kazasını yine kadın bir avukatın ağzından anlatıyor Kozağaçlı. Henüz altı bölüm yayımlanan roman hem edebi tadı hem de Soma maden kazasının tüm detaylarını belgesel tadında anlatışıyla çok keyif veriyor okura.

Bunun dışında “Savunma” adını verdiği bölümde farklı zamanlarda yargılandığı ağır ceza mahkemelerine yaptığı savunmaları yazmış Kozağaçlı. Mahkeme heyetlerine karşı hiç alttan almadan adeta manifesto niteliğinde yaptığı savunmalar ileriki yıllarda hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak düzeyde. Mesela Potemkin Panosu başlıklı savunmasında mahkeme heyetine şöyle der Selçuk Kozağaçlı; “Şoholov’un Durgun Don’da anlattığı, üzerine örttüğü balık ağıyla ısınmaya çalışan çingenenin kendisini kandırdığı gibi Türk Ceza Adalet Sistemi’ne güvenip haklarını korumaya çalışan sanık da donarak ölecektir. Çünkü gerçek değilsiniz, kurumsal değilsiniz, güvenilir değilsiniz. Kısaca yoksunuz veya zaten yoktunuz.”

Hapishane Defterleri’inde beni en çok etkileyen bölümler Vinyet ve Denemeler bölümleri. Edebiyat tadının en yoğun hale geldiği bu yazıların bir kısmı Gazete Duvar, bianet gibi internet sitelerinde ya da Evrensel, Birgün, Cumhuriyet gibi gazetelerde yayımlanan yazılar.

Selçuk Kozağaçlı’nın bu denemelerdeki hedefi okurları sadece edebiyatın yüksek keyif düzeylerine çıkarmak değil, asıl olarak içeriden dışarıyı sarsmak olduğu anlaşılıyor. Beni İlgilendirmez başlıklı yazısında “Susma, sustukça sıra sana gelecek” diyen ama sussa da susmasa da başına hiçbir şey gelmeyeceklere şöyle sitem ediyor Kozağaçlı; “İşten atılıyoruz. Sırtımızda yakalama kararları, tepemizde renkli listeler sallanıyor, hapisteyiz, öldürülüyoruz. Susuyorsunuz. Sustukça sıra size gelir mi? Gerçekten bilmiyorum. Bildiğim böyle giderse, bizi bir arada tutan “ahlakın lifleri” iyice ayrılacak. Bir gün, artık bize, yani sola ait olmaktan çıktığınızda, sorunuza daha sade bir cevap vereceğim; sustukça sıra size gelir mi: Beni ilgilendirmez. Biz kazanacağız!”

Selçuk Kozağaçlı tüm zorluklara rağmen zindanın karanlığının kalbindeki ışığı bastırmasına izin vermeden inançla yazmaya ve direnmeye devam ediyor. Özellikle son yazdıklarında dışarıdakilerin sessizliğinden, olan biteni kabullenmişliğinden kırgın olduğunu da hissediyorum. Zindana düşmek kadar değilse de en azından bin bir emekle yazdıklarını okumak kadarcık olsun bir borcumuz olmalı Kozağaçlı’ya. Yoksa, düze çıkıldığı, zafer alaylarının caddelerde dolaştığı gün Euripides’in, “Nefret ediyorum sonradan yardıma gelen dostlardan/Fakat madem ki geldi, müttefik olarak değil,/misafir olarak katılsın masaya,” dediği gibi sitem edecektir bize Selçuk Kozağaçlı.


https://bianet.org/yazi/hapishane-defterleri-inayet-295251

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...