Ana içeriğe atla

Okunmayan Yazara Teselliler

 



Tüm yazarlar yazdıklarını başkaları okusun diye yazar. Market listesi, kişinin kendisi için çoğu kez avuç içine yazdığı, “Evlilik Yıldönümümüzü Bu Sefer Unutma!” gibi küçük hatırlatmalar dışında edebi olmayan metinler bile başkası okusun diye yazılmıştır. Sümer tabletleri, okul ödevleri, mektuplar, mezar taşları, hatta günlükler, Mars’ta bir kayaya ya da Antarktika’da bir buzul üzerine yazılanlar bile başkasına yazılmıştır. Yazmak başkası hedeflenerek yürütülen bir eylemdir. Yazı varoluşu gereği okunmak ister.

Yazdıklarını kendisinden sonra yakması sözüyle arkadaşı Max Brod’a a veren –ama iyi ki de aldatılan– Kafka bile içten içe okunmak istemiştir. Yazdıklarının gerçekten okunmasını istemeseydi, bu işi kendisi hallederdi. Bir kibrit alevine ve bir şömineye bakardı her şey. Tarihte okunmamak için yazan hiçbir edebiyatçı yoktur.

En mahrem anıların yazıldığı, kilitli çekmecelerde saklanan günlüklerde bile muhatabın birinci tekil şahıs değil, bir gün onu okuyacağından emin olunan üçüncü tekil şahıs olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bütün yazılar okuyucusunu bekler.

Ama yazının kaderinde okunmamak vardır. Özellikle edebi ve felsefi metinler okunma konusunda en ihtiraslı ve okunmadığında en alıngan metinlerdir. Bir de bu metinleri yazanlardaki alınganlığı düşünün siz.

Edebiyat ve felsefe tarihi okunmayan yazarlar tarihidir bir bakıma. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün toplam elli (rakamla 50) adet basılan ilk baskısını satılması için Almanya’da bir kitapçıya bırakır. Bir ay sonra geldiğinde sadece üç (3) adet satılmıştır. Aylar sonra uğradığında ise sadece on adet satılmıştır. Kitapçı umutsuzlukla Nietzsche’den kitaplarını almasını ister. Geri kalan kırk kitabı alıp evine götürür büyük filozof. Böyle Buyurdu Zerdüşt şanslıdır bir bakıma. Günün birinde değeri fark edilir, onlarca dilde milyonlarca nüshayla okuyucusuna ulaşır. Her kitap bu kadar şanslı değildir.

Büyük heveslerle yazılan, bin bir zorlukla biraz da cepten para verilerek yayımlatılan, kişisel gayretlerle dağıtımı yapılan birçok kitabın eş dostun aldığı elli nüsha dışında kalan 450 tanesi hevesi ve gönlü kırılmış bir yazarın odasında ya da bodrumunda bir kolide küflenip gider. Okunmamak kırar yazarı. Edebiyat sitelerinde, dergilerde kitabı hakkında bir satırcık yazı bile çıkmamıştır. Herkes sağır ve kör olmuştur.

Satılmaması ve edebiyat çevrelerinde fark edilmemesi bir yana, bir yazarı belki de daha da çok kıran şey yazdıklarının en yakınındaki kişiler tarafından bile okunmamasıdır. Bazen bu eş olur, bazen kardeşler, bazen evlatlar ya da en yakın dostlar. Kitap yayımlanır, yazar iyi kötü bir şeyler duymak ister yazdıkları hakkında. Uzun bir sessizlik olur. Kimse kitabı hakkında konuşmaz. Eşine, kardeşlerine bin bir fiyakalı lafla imzaladığı kitaplar kapağı açılmamış şekilde evin bir köşesinde bekler. O konu hiç açılmaz. Yazar, övgü değil, berbat yazmışsın iğrenç bir kitaptı dense bile razıdır, yeter ki biri okusun kitabını. Ama o kitap kapakları açılmadan sonsuza kadar orada durur.

Yazar önce bunu yazdıklarının üst düzeyde olmasına ve anlaşılamamasına bağlar. O da bir gün Jack London’a dönüşen Martin Eden gibi, Hemingway gibi fark edilecektir. Belki de eş dosta hediye ettiği o yazarından imzalı nüshalar gün gelip milyonlarca liraya müzayedelerde satılacaktır. Şimdilik fark etmesinler, sorun değildir. Ama sonra bu süreç geçer, gerçekle yüzleşir yazar. Anlar ki, sonsuza kadar okunmayacaktır. Yazıya küser, bodrumda küflenen ilk kitabıyla sadece edebiyatta bir istatistik olarak kalmaya razı olur.

İşte kırılma noktası burasıdır. Okunmayan yazar, tam da bu yol ayrımında kararını vermelidir. Öncelikle yazar yazdıklarından emin midir? Bir yazarın / şairin yazdıklarının kalitesinden emin olma yolu bellidir. Arkadaş çevresinde, dost meclislerinde işin ehli olmayanların yazdıklarını beğenmesinin hiçbir kıymeti olmadığını bilmelidir öncelikle. İyi editörlerin onayından geçirmek bu işin en net yoludur. İyi editörlerin onayından geçebilen metinler üretebilen bir yazar artık okunmamaktan endişe etmemelidir. Yapacağı tek şey yazmaya devam etmek, yeni yazdıklarını da iyi editörlerin onayından geçirerek yayımlatmaktan vazgeçmemektir. Bu kararlılığı bir gün onu okunan bir yazar yapacaktır.

Okunmayan yazar, yazdıklarının kalitesinden emin olduktan sonra okunmamayı önemsememelidir. Ülkemizde sadece birkaç bin elit okurun olduğunu bilmelidir. Şunu unutmamalıdır ki, binlerce vasıfsız okur tarafından yarım yamalak okunmaktansa, yazdıklarını anlayan, metinden gerçekten haz alan nitelikli bir okur tarafından okunmak daha kıymetlidir.

İkinci öykü kitabı çıkmış, çok yakınları tarafından bile okunmamış birisi olarak Marcus Aurelius gibi kendime tesellilerimdir. Rahatlıkla züğürt tesellisi de diyebilirsiniz siz buna. Ama yine de siz üzmeyin yazarları, okuyun yazdıklarını…


Ahmet Karadağ

https://parsomenfanzin.com/2024/05/03/okunmayan-yazara-teselliler-ahmet-karadag/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...