Ana içeriğe atla

Mahir Ünsal Eriş’in Öbürküler’i

 





Öncelikli bu yazıyı bir kitap tanıtımı ya da eleştiri yazısı olarak değil de, sıkı bir Mahir Ünsal Eriş okuru olan bendenizin çok sevdiği yazarın yeni kitabını okurken duyduğu mutluluğu paylaşmak amacıyla yazdığımı belirtmek isterim. Yoksa kitap tanıtımı yapmanın vazifem, eleştiri-inceleme yazısı yazmanın da haddim olmadığının farkındayım. Bunları yazarken bir taraftan da henüz dumanı üzerinde olan “Öbürküler” ile ilgili acaba bir değerlendirme yazısı var mı diye göz ucuyla Google’a bakıyorum. Görebildiğim kadarıyla sadece kitabın kendi tanıtım bülteni dışında, Birgün Kitap ekinde Yasemin Eren’in nispeten tafsilatlı bir tanıtım yazısı (https://www.birgun.net/haber-detay/oburkuler-in-yari-acikli-hikayesi-194382.html) var. Tabi bir de kadim bilgi kaynağı Ekşi Sözlük’te yazılanlar.

Mahir Ünsal Eriş ile tanışmam yaklaşık üç yıl öncesine dayanıyor. Birkaç kez tebrik amaçlı elektronik posta göndermem dışında gerçek bir tanışma da olmadı aramızda hiç. Bir öykü sever olarak yeni yazarları yeterince yakından takip ettiğimi zannediyordum. Mahir Ünsal Eriş’in, kitapları yayınlanana kadar hemen hemen hiçbir dergide öyküsü yayınlanmadığı için o zamana kadar fark etmemiş, hatta nasıl olmuşsa İletişim’den yayınlanan ilk kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” kitabını da gözden kaçırmıştım. Ancak ikinci kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik” kitabında Mahir Ünsal Eriş’i fark etmiştim. Tam ben, kimseler fark edememişken çok sıra dışı bir yazar keşfetmiş olmanın hazzını yaşarken, 60. Sait Faik Hikâye Armağanı Mahir Ünsal Eriş’e verildi. İyi ki de verildi, ne de güzel oldu. Aslında bu ödül tam da benim Türk öykücülüğünün yarınlarına ait umutlarımın hafiften solmaya başladığı günlere denk geldi. Bambaşka yazıyordu Mahir Ünsal Eriş, herkesten farklı yazıyordu. Kafa Dergisinin Aralık 2017 sayısında kendisiyle yapılan röportajda belirttiği gibi “annesinin de keyif alacağı, anlayacağı” bir tarzda yazıyordu. Son yıllarda genç öykücülerin ekser kahirinin bir türlü kaçınamadığı şekilde, depresyon, toplumdan kopma, varoluşsal bulantılar ve plastize edilmiş iç sıkıntılar gibi dertlere boğmuyordu okurlarını. Bu şu anlama gelmesin, şen şakrak, göbek havasında, derinlikten yoksun öyküler değildi yazdıkları. Tüm öykülerinde, en keyifli öykülerinde bile alttan alta kırık bir hüzün, boy tutmayan bir derinlik hemen kendini belli ediyordu, içimizi acıtıyordu yazdıkları. Yapmacıklık yoktu, taşrayı, Biga’yı, Çanakkale’yi anlatıyordu usul usul, güzel güzel, ama anlatırken taşralı olarak anlatmıyordu. Benzer duygulara en son yıllar önce Mustafa Kutlu’nun ilk dönem öykülerini okurken kapılmıştım. Dile hâkimiyeti olağanüstüydü, genç kuşak öykücülerin bir kısmında görülen savrukluktan, özensizlikten, eski Türkçe’ye yabancılıktan eser yoktu. Zaten sonradan bir dil cambazı olduğunu, hatta söylenenlere bakılırsa 8-10 dil bildiğini öğrendim, helal olsun dedim.

Tam da işte Türk öykücülüğünün beklenen öykücüsü geldi derken birden bire bir romanı yayınlanıverdi. Korktum doğrusu, eyvah dedim, hani çoğu öykücünün yaptığı, öyküden romana evrilme, öykücüğü romancılığa bir basamak yapma hatasını mı yapıyordu Eriş yoksa? “Dünya Bu Kadar” romanı kendisinin de söylediği gibi Sevgi Soysal’a saygı romanıydı, tarz olarak da Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”  romanına benziyordu. Korka korka başladım okumaya, ama sonra bir roman değil de “uzun hikâye” okuyor hissi oluştu okudukça, okudukça iyice sevdim. Bence ne yapsa üstündeki öykücülüğü atamıyordu bir türlü Eriş. Enfes bir kitaptı. Riskli bir işe girişmişti, okurlarının onu çok sevdiği tarzdan biraz uzaklaşmış, belki de onu öykücü olarak tanıyıp seven okurlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama bunların hiç biri olmadı. Okurları daha da bir sevdi onu.

Ama yine de öykülerine hasret kalmıştık. Doğrusu artık daha önceki iki öykü kitabının tadında yeni bir öykü kitabı beklerken, bu sefer de “Öbürküler” çıkageldi. Hem de daha önceki yayınevi olan İletişim’den değil, Karakarga Yayınlarından geldi yeni kitabı. “Yeni romanı” olarak bahsediliyordu tanıtım yazısında. Bu sefer ilk romanında olduğu gibi ön yargım yoktu. Kitabın matbaadan çıkışının üçüncü veya dördüncü gününde Ankara’da hava limanında gördüm, D&R’daki kızın demesine bugün beş tane gelmişti, bu sonuncusuydu benim aldığım. Gece 01:00 civarında havalanan uçağımda günün yorgunluğu geçmiş, neredeyse yarılamıştım kitabı. Bugüne kadar yazdıklarının en iyisiydi bence. Dil kullanımı iyice gelişmişti Mahir Ünsal Eriş’in. Özellikle Beter’i anlattığı ikinci bölümde kabadayı jargonuna hâkimiyeti açısından dil kullanımı zirve noktaya ulaşıyordu. Kurgu mükemmeldi. Bir Ekşi Sözlük yazarının da dediği gibi; “Öbürküler sinemaya aktarılsa ve Tarık Akan, Adile Naşit, Gülşen Bubikoğlu oynayabilseydi başyapıt olurmuş.” Yeni bir tarz deniyordu, bu sefer çok iyi anlattığı 1980-1990 dönemini değil, 60’ları anlatıyordu. Riskli bir hikâyeyi anlatıyordu, daha önce hiç anlatmadığı şekilde “gerilim ve korku” anlatıyordu. Yine risk almıştı aslında. Ancak yüzünün akıyla çıktı bu sefer de. Öbürküler’de dil ve kurgu açısından tam bir ustalık işi eser ortaya koydu Mahir Ünsal Eriş kanaatimce. Ellerine sağlık sevgili Mahir Ünsal Eriş.

Yasemin Eren Birgün kitap ekinde “değişime açık yazar” diyor Mahir Ünsal Eriş için. “Çünkü tüm çalışmalarını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde aslında Mahir Ünsal Eriş’in değişimden, gelişimden, çeşitlilikten yana tutum aldığını görüyoruz. Okurlarının alışkın olduğu dilin dışında çıkarak bir bakıma risk alsa da yeni şeyler denemekten çekinmiyor. Öyküleri çok fazla seviliyor ve bekleniyor olsa da roman yazmaya devam ediyor. Çeviriler yapıyor. Kendini belli alana hapsetmek istemeyen bir tutum sergiliyor. Bir bakıma beğeniler ya da talepler doğrultusunda değil kendi hedefleri doğrultusunda devam ediyor gibi görünüyor. Bunun bir cesaret örneği olduğunun da altını çizmekte yarar var.” diyor değerlendirmesinde. Kesinlikle katılıyorum bu değerlendirmesine. Aslında ustalık biraz da bu değil midir? Kişinin kendisini geliştirmesi, okurlarını şaşırtması, yeni tarzları korkmadan denemesi her babayiğidin harcı da değildir.

Eğer okursa bu yazıyı Mahir Ünsal Eriş, ondan bir de kısa öykü, hani şimdilerde “küçürek öykü” denilen tarzda bir öykü kitabı beklediğimi söylemek isterim. Eminim ki, birçok okuru da ondan yeni bir öykü kitabı bekliyor. Her kitabında çıtayı daha da yükseltiyor olması bizim de beklentilerimizin çıtasını yükseltiyor doğrusu. Ama ne olursa olsun, her yazdığını okuduktan sonra “keşke yeni bir şeyler yazsa da okusam” dedirten tat bırakması ağzımızda, ne yazarsa yazsın onu uzun yıllar okuyacağız anlamına geliyor.

Hüzünlü mağlupların iyimser yazarı”  ne olur yazmaya devam et bizim için…

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parşömen Fanzin 2024 Edebiyat Soruşturması: Ahmet Karadağ

  2024 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiklerinizi, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız? Bu sene yerli edebiyat açısından verimli bir yıldı. Eminim henüz okumadıklarım arasında birçok başka güzel kitap da vardır ama okuduklarım arasında beğendiklerim bir sıralama olmaksızın şöyle: Yanımda Kal (Eylem Ata): Siyasetin edebiyattan git gide uzaklaştığı bu günlerde “hayata dönüş” operasyonları gibi politik konuları edebiyatın büyüsü içinde anlatmadaki ustalığı nedeniyle. Çığlıkta Arşe (Gönül Demircioğlu): Yepyeni bir şiir dili oluşturma çabası nedeniyle. Meryem’in Çiçekleri (Abdullah Ataşçı): Osmanlı’nın yıkılışı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birlikte yaşayan Kürt-Ermeni-Türk köylerinin birbirleriyle ve devletle olan çatışmalarını anlatmadaki başarısı nedeniyle. Billur Örüntüler (Rıdvan Hatun): Öyküde yeni bir dil geliştirme çabası nedeniyle. Yazınsal Tutkunun Peşinde (Şirvan Erciyes): Bir taraftan roman eleştirileri yaparken bir taraftan da ni...

Her şeye rağmen edebiyat mı?

  Geçen haftalarda yazdığım bir tweet nedeniyle eski bir tartışmayı fitillemiş oldum. Epeyce bir tepki de aldım. O tweet’i yazarken sosyal medyanın doğasının ve özellikle de Twitter ortamının bu tür şeylere bağışık olmayı gerektirdiğinin farkındaydım. Zaten sosyal medyada linç edilmeye epeyce alışığım. Ama yine de kendimi orada yazdığım şeyleri söylemek zorunda hissettim. Bir kez daha söyleyeceğim. 2 Ekim 2024 tarihinde Twitter’da, “Şuna inanıyorum ki edebiyat dünyasında bazı şeyler sadece sözde. En solcu benim diyen edebiyatçılar bile GYY ‘Ben faşistim ulan var mı diyeceğiniz,’ diyen bir yayınevinden çıkan öykü kitaplarını öve öve, tanıta tanıta bitiremiyorlar…” diye yazmıştım. Bu tutarsızlığa kızmıştım. Ardından Parşömen’de Emirhan Mutlu “Nerede o eski tartışmalar” başlıklı yazısında bu konuya değindi. “Karadağ bu yazıda solcu olduğunu iddia eden yazarların genel yayın yönetmeninin faşist olmakla övündüğü bir yayınevinden çıkan kitabı tanıtıp övmelerini tutarsız bulduğunu söylüyo...

Dirlik Düzenlik Apartmanı Üzerine (İnceleme - İnan Sabırcan)

  Kitap okurken kendim için bir yöntem geliştirdim. Yazarların hayat öykülerine, özgeçmişlerine bakmamaya çalışırım. Yazar zaten yeterince dertlidir ki klavyenin, ekranın başına geçmiş içini dökmektedir. Ahmet Karadağ’ın 2024 yılında basılı olarak Mahal Edebiyat tarafından yayımlanan Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabına ulaştığımda, kitabın adını bir daha okuyup tebessüm ettiğimi hatırlamaktayım. Kitabı elime alır almaz özgeçmişi hemen es geçtim, beni ilgilendiren yazarın kim olduğu değil, merakım yazılanadır. Kitaba ulaşmamı sağlayan arkadaşıma da aynısını söyledim, bana yazarın kim olduğunu anlatmayın. Yaşamak, çalışmak, bu dünyada bir işe yaramak. Türkçe’nin en güzel yanı sözcüğe -mek, -mak eki getir, anlamda bozulma çok yoksa o sözcük 12 Eylülcülerin deyimiyle fiildir, bizim gibi Öz-Türkçe sevdalıları için ise eylem demektir. Ahmet Karadağ’ın Dirlik Düzenlik Apartmanı kitabındaki yazıtlardaki yöntemin eylemek üzerine olduğu görülmektedir. Yazarın yarattığı kişilikler, günün tekno...