Thomas Mann’ın Tonio Kröger’ini okuyorum yeniden. Bir çeşit novella diyebiliriz bu öyküsüne. Thomas Mann, sanat, edebiyat, hayat ve sıradanlık hakkındaki görüşlerini hikayenin kahramanına bir manifesto şeklinde haykırtır adeta Lisaweta İwanowna adlı ressam arkadaşına. İki dünya arasında kalmıştır büyük yazar. "İki dünya arasındayım. Her ikisinde de rahat edemiyorum. Bu yüzden işim zor. Siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştı... Hangisi beni daha çok incitti bilemiyorum. Burjuvalar aptal; ama güzelliğin hayranları olan sizler, benim ağırkanlı olduğumu, özlemlerim olmadığını söyleyenler, hiçbir özlemin sıradanlığın hazlarından daha tatlı ve dokunaklı olmadığını savunan bir sanatçılık anlayışı da olduğunu unutmamalısınız; hem kökeni ve kaderi itibarıyla öylesine derin ki bu sanatçılık anlayışı...”. Acı çekiyor Mann, sıradanlığın hazlarıyla, içinde kendisine göre asla sıradanlık barındırmayan sanatçılık arasında kalmış ve acı çekiyor.
Aslında bu acıyı çocukluğundan itibaren yaşıyor doğrusu. "Neden böyle acayibim? Neden herkesle savaşım durumundayım? Neden öğretmenlerle aram açık ve başka çocukların yanında yabancıyım? Bir de şu iyi ve sıradan durumlarını sağlamca koruyan orta düzeyde öğrencilere bakın. Bunları öğretmenleri gülünç bulmuyor; onlar şiir yazmıyorlar, yalnızca herkesin düşündüğü ve yüksek sesle söyleyebileceği şeyleri düşünüyor ve söylüyorlar. Bunlar, ne kadar kaygısız, herkesle ve her şeyle araları iyi olarak yaşamaktalar! Bu iyi bir şey olsa gerek... Fakat benim neyim var?"
“Başka insanlar gibi yaşar, bayağı duygulara kapılarını açarsa sanatçının işi biter” der ama bir taraftan da İngeborg Holm isimli çok güzel ama sıradan kıza olan aşkı ona acı verir. “Alnı pak, sağlıklı, yaşamın içinde ve dürüst insanların asla bir sanat eseri ortaya kayamayacağını bir bilseler” derken sevgilisini en yakın arkadaşı Hans Hansen’e –ki edebiyat yerine fotoğraflarla bezenmiş at kitapları okumayı yeğleyen Hans’a- kaptırmasının üzüntüsü vardır derinlerinde, final sahnesinde onların dansını, yaşamın tamamen dışında kalmanın acısıyla izler. “Kendim bir insan gibi yaşamadan insanları anlatmak çoğunlukla ölesiye bezgin düşürüyor beni. Bana öyle geliyor ki, biz bütün sanatçılar Papa’nın korosunda hadım edilmiş şarkıcıların yazgısını paylaşıyoruz. Karşımızdakileri enikonu duygulandıracak kadar güzel şarkı söylüyoruz hepsi bu.”
Ressam arkadaşı Lisaweta’yla uzun bir sohbet vardır kitabın dördüncü bölümünde. Thomas Mann edebiyat ve sanatla ilgili oldukça etkileyici şeyler söyler bu bölümde. “Edebiyat asla bir meslek değildir, bir baş belasıdır. Bu baş belası çok erken bir dönemde duyurmaya başlar sesini. İnsanın tanrıyla ve dünyayla barışık ve uyum içinde yaşamayı hak ettiği bir zamanda bir lanet halkası geçer boynunuza. Ansızın başkalarıyla, normal kişilerle, akıllı uslu, üzerlerine toz kondurulamayacak kişilerle akıl erdirilemeyecek bir karşıtlık içinde bulursunuz kendinizi. Gittikçe de insanlara aranızdaki bu uçurum açılır, giderek bir yalnızlığa gömülürsünüz. Sonunda başkalarıyla hiçbir anlaşma olanağınız kalmaz. Binlerce kişi arasında yalnız siz boynunuzda o lanet halkasını taşırsınız ve bunun hiç kimsenin gözünden kaçmadığını sezersiniz. Bir sanatçıyı, toplumda mesleği sanat olan birini değil de gerçek bir sanatçıyı, bu iş için daha baştan seçilmiş ve lanet halkası boynuna geçirilmiş bir sanatçıyı, biraz bakmasını bilen bir kimse öteki insanların arasından hemen bulup ayırır” der uzun uzun. “Öyküler kaleme alan bire bankere hayatta seyrek rastlanır. Gelgelelim, öyküler yazıp da suç işlemeye yatkın olmayan, sabıkasız, alnı ak, hadi en azından toplumuyla aykırı düşmemiş bir bankerle hiç karşılaşılmaz hayatta” der ama bir taraftan da “Biraz atak davrandınız mı, yazar olabilmek için şu ya da bu biçimde bir cezaevinde bir süre yaşamak gibi yanlış bir sonuca” varılmaması gerektiğinin de altını çizer. Sıradan insanların yani İngeborg Holm’ların Hans Hansen’lerin asla sanatçı olmayacağını vurgular Mann. Ama bir taraftan da derinlerinde onların yaşamlarındaki sıradanlığa özlem vardır, hatta bir çeşit kıskanma.
Özeti şudur Mann’ın manifestosunun; “Kendini yaşamaya adamış birinin sanatçı olmak istemesi kadar gülünç bir şey yoktur.”
Yorumlar